11 Nisan 2008 Cuma

EŞİMİZİ KÜÇÜMSEMEK

Evlilikle ilgili eşlerle konuşurken özellikle ilişkilerinden memnun olmayan eşlerde gördüğümüz bir tutumu sizlerle paylaşmak isteriz: Eşi küçük görmek...

Evliliklerinden hoşnut olmayan bazı eşler kendi eşlerin hakkında konuşurken eşlerini beğenmediklerini fark ediyoruz. Eşlerinin sadece giyinişleri veya görünüşleri (eğer kilo da almışlarsa) değil ama aynı zamanda onları “kültürsüz”, “cahil”, “anti-sosyal” veya “konuşmaktan aciz” vb birileri olarak görüyorlar.

Eşlerini böyle görürlerken aslında bir anlamda kendilerini de daha üstün bir seviyeye koymuş da oluyorlar. Sonunda da “bizler birbirimizden çok farklıyız. Birbirimize yakışmıyoruz.” diyorlar.

Çok acı. Aslında çok büyük ihtimalle evlilik başlarken bu şekilde hissettikleri, veya gördükleri için evlenmiyorlar bu çiftler. Aksine, birbirlerini uygun ve denk gördükleri için evlenmeyi kabul ediyorlar. Ama bir süre sonra anlaşılan aradaki uyumsuzluklar birisinin diğerini küçük görmesine neden oluyor.

Bu şekilde düşünmek evliliğe büyük bir zarar veriyor. En önemli zarar değer verme, saygı duyma ile ilgili. Küçük gördüğümüz birisine değer vermemiz de saygı duymamız da çok zordur. Değer vermediğimiz birisiyle birlikte olmak, ona hizmet etmek, onunla birlikte aynı evi, yatağı paylaşmak çok zor gelir. Kendimizi o kişiden uzak hissederiz veya doğal olarak uzaklaşırız. Yani, eşimizi küçük görüyorsak ona karşı “soğumaya” da başlamışız demektir. Saygımızı kaybediyoruzdur. Bu da evliliklerdeki en büyük kopma sebeplerinden bir tanesidir.

Oysa değer duygusu dışsal değil içseldir. Yani karşımızdakine değil bize bağlıdır. Bir çocuk için eski, yırtık veya kırık bir oyuncak çok değerli olabilir. Ama bir başkası için çok parlak, güzel ve pahalı bir oyuncak değersiz gelebilir. O halde değer, karşımızdakinin dış görünüşü, kültürlülüğü, eğitimliliği, bilgeliği veya güzelliği ile ilgili değil bizim onları nasıl gördüğümüzle ilgilidir. Onları nasıl görmek istersek öyle görürüz. Değerli olduklarını düşünürsek değerlidirler. Değerli olmadıklarını düşünüyorsak “ağızlarıyla kuş bile tutsalar” bizlere kendilerini beğendiremezler.

Eşimizin değerliliğini düşünürken, yada tartarken tartının bir ucuna eşimizi koyarız ama diğer ucunu doğru ağırlıkları koyduğumuzdan da emin olmamız gerekir. Tartmak için kullandığımız ağırlıklar asla dış görünüş, maddiyat veya eğitim-kariyer gibi yapay, geçici unsurlar olmamalıdır. Bunun yerine kalıcı olan asıl ağırlıklar, doğruluk, dürüstlük, insan olmak, saflık gibi unsurlar ön plana çıkmalıdır. O zaman insanlar başkalarının gözünde “hiçbir şey” olmasalar bile bizim gözümüzde “eşsiz” değerde olurlar. Onlara sevgimiz, onlara saygımız kendiliğinden artar böylelikle.

Eşinizi değersiz mi buluyorsunuz? Yada ona saygınızın azaldığını mı düşünüyorsunuz? Onu tartmak için kullandığınız ağırlıklara bakın. Nasıl ağırlıklar kullanıyorsunuz? Aslında gerçekten ağırlık olmayanları mı kullanıyorsunuz, yoksa gerçek değerleri, ağırlıkları mı önemsiyorsunuz?

DİNLEMEK: SEVGİ ARACI

Küçük kızım geçen gün ben salonda koltukta otururken ve televizyonda zapping yaparken geldi. Heyecanlıydı. Bana bir şey anlatmak istiyordu. Kulağımla onu duyuyordum. Gözlerim arada sırada ona çoğunluklada kanallara bakıyordu.

Kızım heyecanla bana doğru konuşuyordu. “Baba! Baba bak!” Bu ifadeleri ondan daha önce de çokça duymuştum. “Evet kızım. Söyle…” dedim. Ama hala anlatmak istediği konuya gelememişti. Bu onun heyecanını artırıyor ve biraz da kızdırıyordu. Sonunda iki eliyle benim başımı şakaklarımdan tuttu ve aynı heyecanla ve içten bir şekilde “Baba, baba, gözlerini görmeyince beni dinlediğini anlamıyorum.” dedi.

Cevabı beni şaşırttı. 7,5 yaşındaki kızımın kendisini bu kadar güzel ifade etmiş olmasıyla gurur duydum, sevindim. Ama aynı zamanda mesajı da çok önemli bir dersti. Kendimi toparladım, sırtımı televizyona döndüm ve onun gözlerine baktım. Rahatladı ve okulda arkadaşıyla yaşadığı hoş bir olayı bana anlattı.

Kızımla yaşadığım bu deneyim insan ilişkilerinde, özellikle iletişimde çok önemli bir prensibe işaret ediyor: Bütün dikkatimizi bize konuşan kişiye vermek. Bu olmazsa, çocuklarımız da dahil, bizim tarafımızdan duyulduklarını ve en önemlisi dinlendiklerini düşünmüyorlar. Bu onları incitiyor, sevilmediklerini, önemsenmediklerini hissettiriyor.

Çocuklarımız ve eşimiz başta olmak üzere bize bir konuda konuşmak için yaklaştıklarında aramızdaki bütün engelleri, ki bunlar:TV, gazete, kitap, uğraştığımız iş, bilgisayar vb olabilir, kaldıralım ve bütün dikkatimizi onlara verelim. Onlara çok özlü sözlerle cevap vermemiz yada bize anlattıkları sorunların çözümlerini bulmamız gerekmiyor hemen. Hiç cevap vermesek de, sorunlarını hemen oracıkta çözemesek de onları dikkatlice dinlememiz rahatlatıyor, sevildiklerini ve önemli olduklarını hissettiriyor.

Ne kadar basit aslında değil mi?

9 Nisan 2008 Çarşamba

İLİŞKİDE MİNNETTARLIK

Bir seferinde bir alışveriş merkezinde ilginç bir diyaloga şahit oldum. Biraz ilerimizde bir çift ve yanlarında küçük bir çocuk vardı. Çocuk yaramazlık yapıyor raflarda dizili şeylere bakıyor, dokunuyordu. Ben koridorun bir ucunda anne-1.5 yaşındaki çocuk ve baba koridorun diğer ucundaydı. Beni görüyorlardı. Ama herhalde onları ne kadar duyabileceğimden emin değillerdi. Çocuk raftaki saklama kaplarını düşürdü. Anne bağırdı, “yapma dedim sana”. Bir tane poposuna vurdu. Çocuğun ağzındaki emzik düştü. Baba olanları gördü. Benim de onları gördüğümü gördü. Kızdı. Karısına bağırdı. “Hayvan mısın sen?” dedi. “Ne vuruyorsun çocuğa?”

İşte size minnettar olmamanın iki örneği. Anne çocuğundan minnettar bir anne gibi davranmadı. 1.5 yaşındaki bir çocuk markette yürümesine izin verilirse neler yapabileceğini gösteriyordu. Her çocuk kendisine büyük bir marketin rafları arasında yürüme fırsatı verilse aynısını yapardı. Ama anne bunu görmek istemedi. Çocuğunu benimsemek ve onun değerini bilmek yerine ona bağırdı, vurdu ve onu aşağıladı.

Annenin minnettar olmayan bir anne davranışını sergilediği örneğin yanı sıra eşine minnettarlık hissetmeyen bir davranış da koca tarafından sergilendi. Eşinin yaşadığı stresi, duygusal zorluğu ve gerginliği göremedi. Ona yardımcı olmak, ortalığı toparlamak ve çocuk için daha iyi bir durum oluşturmak yerine karısına saldırdı. Ona küfretti ve aşağıladı.

Minnettarlık sahip olduğumuz, yada hakkımız olduğunu düşündüğümüz, hissettiğimiz şeylere değer ve önem verdiğimize işaret eden içsel bir duygu durumudur. Biraz borçlu hissetmeye benzer. İçinde biraz da hak etmemişlik barındırmaktadır. Dolayısıyla bize sunulanı bir armağan gibi görme eğilimidir de.

Yukarıdaki örnekte kesinlikle iki tane minnettar hissetmeme davranışı örneği görülmektedir.

Aşağıda eşine karşı minnettar hissetmeyen bazı koca davranışları örneğini veriyorum. Bunu kocalara yükleniyorum anlamında almayacağınızı umarım. Kadınlar da aynı minnettarsızlığı farklı davranışlarla kocalarına gösteriyorlar ve gösterebilirler.

  • Minnettar olmayan koca karısı çocuklarla ilgilendiği zaman bunu görmez ama ilgilenmediği zaman onun görevini yapmadığını düşünür.
  • Minnettar olamayan koca karısı önüne yemek koyduğu zaman teşekkür etmez ama yemeği soğuk bulduğunda, veya biraz tuzlu, biraz acı vs kızar şikayet eder.
  • Minnettar olamayan koca karısı kendisiyle birlikte olduğunda onun bundan ne kadar hoşnut olup olmadığıyla ilgilenmez ama bir süre ilişkisi olmazsa bunun sorumluluğunu eşine yükler.
  • Minnettar olmayan koca eşi kendine baktığında bunu görmez ve onu ne kadar beğendiğini ifade etmez ama başkalarını eşine bakarken gördüğünde kıskançlık krizleri yaşar ve eşinin bir daha o şekilde sokağa çıkmamasını emreder.
  • Minnettar olmayan koca eşine asla hediye almayı aklına getirmez ama sevdiği gömleği ütülenmediği zaman kızar, bağırır.
  • Minnettar olmayan koca eşi hastayken bile kalkıp kendisine hizmet etmesini bekler.

EVLİLİKTE HEDEFİMİZİ BİLMEK

Pek çok evlilik başlarken eşler evliliklerine tam bir sadakatle başlarlar. Evliliklerin bir bölümünün (hem de gittikçe artan bir bölümünün) boşanmayla sonuçlanağını biliyor olsak bile boşanabileceğimiz ihtimaline yoğunlaşarak değil ama birlikteliğimize ve beraber nasıl mutlu olacağımıza odaklanırız. Devlet memuru ve diğer şahitlerin önünde hayatları boyunca sürdürecekleri bir adanmışlığın, sevginin ve emeğin sözünü veririz. Paranın, sağlığın ve diğer hiçbir koşulun evliliğimizi etkilemeyeceğini ilan ederiz.

Zaman geçince hayatın aslında o kadar kolay olmadığını ve evliliğin de aslında düşünüldüğü kadar iyi olmadığını görürüz. Verdiğimiz sözün aslında her durumu kapsamadığını ve aslında sözünü verdiğimiz şeylerin tam olarak anlamını bilmediğimizi anlamaya başlarız. Sağlık yerine hastalıkla, zenginlik yerine fakirlikle, iyilik yerine kötülükle başa çıkmak zorunda kalırız.

Nice ve nice evlilik aslında bugün size çizdiğimiz bu acı, ağır, depresif tabloyu yansıtıyor. Bu durumda olup da bizden yardım isteyen ve fikrimizi soran pek çok kadınla veya erkekle karşılaşıyoruz. Bazıları bizimle konuştuklarında artık boşanma kararını almış oluyorlar. Bazıları da evliliklerini iyi niyetlilikle sürdürmek, kurtarmak istiyorlar. Ama bazıları da, her ne kadar boşanmak istemediklerini söylüyor olsalar bile, hali hazırda boşanmış olduklarına şahit oluyoruz. Mahkeme kararıyla boşanmış olmalarını değil ama duygusal, düşüncel ve bedensel olarak boşanmış oluyorlar.

Hayatları boyunca sürdürecekleri evliliğe dair söz vermek, yani başlarken sonuna kadarı göze almak ve bunu görerek söz vermek uzun süreli, mutlu ve başarılı evliliklerin niteliklerinden bir tanesi. Evlilik sürekli bir çaba gerektiriyor ve kararlı insanlar istediklerine ulaşmak için çabalamaktan yorulmuyorlar. Aksine kararsız olan insanlar ise sadece evliliklerinde değil hayatlarında pek çok alanda başarısız ve mutsuz oluyorlar. Kararlılık uzun ve mutlu evlilikler için çok önemli bir faktör olarak önümüze çıkıyor dolayısıyla.

Uçakların veya gemilerin yollarını bulmaları gibi. Onların radarları gidecekleri, gitmek istedikleri hedefe ayarlanmıştır. Nereye gitmek istediklerini bilirler. Rüzgarın şiddeti, uzaklık, yolda karşılaşılan aksilikler geminin, uçağın hedefini değiştiremez. Pilot hala gideceği yere odaklanmaktadır. Eğer korkak ve kararsız olursa kaptan küçük şeylerle fikrini değiştirirse ve geri dönmeye yeltenirse hiçbir zaman gitmek istediği yere gidemeyecektir. Kaş defa denemek isterse istesin. Çünkü her seferinde mutlaka zor zamanlar olacaktır.

Şimdi kendinize sormanızı isteriz: Sizin evliliğinizde rotanızdan sapmanıza neden olana ve geriye dönmenizi veya bakmanızı sebep olan neler oldu? Kararlığınızın hala yerinde duruyor mu? Yoksa yok olup gitti mi?

Bu akşam ama eğer zamanınız yoksa bu hafta bir gün eşinizle birlikte eski resimlerinize, mutlu anlarınızı gösteren resimlere bakın. Beraber anılarınızı canlandırın. Birbirinize verdiğiniz sözleri yeniden gözden geçirin ve onları canlandırın. Birbirinizle neden evlenmiştiniz? Neden birbirinizi sevmiştiniz? Birbirinizin hangi özelliklerinde hoşlanmıştınız?

Gemilerin önünde her zaman fırtınalar olacaktır. Kaptanlar rotalarını bilmeliler ve gemilerine güvenmeliler. Gerisinin zamana, sabra ve çabaya bağlı olduğunu unutmamalılar.

3 Nisan 2008 Perşembe

AİLEMİZ VE YATIRIMLARIMIZ

Tanınmış politikacı, bir dönemin dış işleri bakanı, sevilen bir görev adamı İsmail Cem’in ölümünün hemen ardından Milliyet Gazetesi’nin değerli yazarlarından Can Dündar’ın bir yazısını unutamıyorum. Can Dündar İsmail Cem’le ilgili biografik bir kitap yazıyordu. Onunla hastalığının son dönemlerinde bu kitap için bir araya geliyordu ve röportajlar yapıyordu. Can Dündar bir gün İsmail Bey’e “Geriye dönüp baktığınızda pişmanlığını duyduğunuz ne var?” diye sorar. İsmail Bey’in cevabı bir ders niteliğindedir. “Keşke ailemle daha fazla zaman geçirseydim.”

İsmail Cem’in başka hiçbir pişmanlığı yoktur. Kendisine verilen her görevi en üst seviyede başarıyla tamamlamıştır. Bu yönüyle tam bir gurur abidesidir. Ancak onun yüreğini acıtan tek şey, geriye dönüp baktığında, ailesini ihmal etmiş olma olasılığıdır.

İsmail Cem’in nasıl bir baba veya koca olduğunu bilmiyorum. Ama kendisi hakkında söylediği sözü çok ciddiye alıyorum. Kadın veya erkek her kişinin de onu ve söylediğini ciddiye alacağını ümit ediyorum. Şöyle ki: Hayatta yaparsak yapalım, ne kadar kazanırsak kazanalım, ne kadar başarılı olursak olalım ailemizi, bir üyeyi bile kaybedersek bu bizim için gerçek başarısızlıktır. “Dünyayı kazanırsak ama kendi canımızı kaybedersek bunun bize ne yararı olur!” sözünü hatırlıyorum.

O halde aileniz sizin asıl yatırım alanınız olsun. Kendinizi en kaliteli halinizle ailenize, eşinize ve çocuklarınıza verin. Onları asla ihmal etmeyin. Hiçbir bedel karşılığında (işiniz, kariyeriniz, kendi kişisel mutluluğunuz) ailenizden vazgeçmeyin. Ailenizi önemseyin ve bu önemi gücünüzü ve kaynaklarınızı sonuna kadar kullanarak gösterin.